Filminden Daha İyi Olan Kitaplar

Bazı kitaplar, kendilerinden uyarlanan filmlerden çok net şekilde daha iyi. Öyle ki bu uyarlamaların bir kısmını artık izlemek de çok kolay değil, unutulup gittiler. Ancak bu listede şaşırtıcı isimler de yer alıyor.

Sinema sektörünün en sevdiği şeylerden biri gidip gelip kitaplardan, çizgi romanlardan ya da başka medyalardan kaynaklar alıp onu uyarlayarak anlatmaktır.

Bu anlatımların bazıları, sinemanın el verdiği en iyi anlatımlar arasında yer alsa da bazıları oldukça yavan ve kitap tam anlaşılamamış izlenimi veriyor. Bu listemizde, kitabı filminden çok daha iyi olan eserleri listeledik. 

Bu kadar iyi bir kitaba, bir külte nasıl oldu da bu kadar kötü bir uyarlama çekildi anlamak zor. Zaten film artık hiçbir yerde yok neredeyse, o kadar kötü bir filmdi. Daha ilginci ise çok rahat bir seriye dönüşebilecek bu bilim kurgu/komedi kültü, bugünün şartlarında çok popüler bir şekilde geri gelebilir.

Bilim kurgu ve mizahı asla bitmeyeen garipliklerle bir araya getiren bu kült eseri okumak isterseniz buraya tıklayarak alabilirsiniz.

Kitap: Sosyoloji, siyaset, insanın anlam anlayışı, ekonomi politikası gibi konularda derin mesajlar içeren, katmanlı bir yapıyla derin bir felsefe altyapısıyla başyapıt.

Film: Zendaya’nın aşiret düğünü ve uzay İstanbulundan gelen holding sahibi zengin adam. Bir saatte anlatılabilecek hikâyeyi bir filmde anlatamamak. 

Kısacası siz kitaba mutlaka göz atın; henüz okumadıysanız buradan sepetinize ekleyebiliirsiniz.

Alice Harikalar Diyarında adlı ölümsüz eserin devamı olan Through the Looking Glass, yine bol bol felsefi göndermeler içerirken Alice’in yaşadıklarını yeni bir pencereden görme şansı da veriyor. Filmi ise ilk yapımın ekmeğini yiyor yemesine ama yerine yeni ekmek koymuyor. İlk filmi izledikten sonra, filmin alt anlamları ile gelen zihin açan “Ne izledim ben?” sorusu burada yerini, filmin boşluğundan gelen “Ne izledim ben?” sorusuna bırakıyor.

Kitaba buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Eski bir Vogue çalışanı tarafından kaleme alınan, modanın süslü dünyasının arka planında dönen hinlikleri, gösterişli plazaların içindeki mobbing ve aşağılama dolu hayatta kalma savaşını, toplumların nasıl şekillendirildiğini detaylı şekilde ve yer yer kahkaha atarak anlatan bir kitapla karşı karşıyayız. Film ise elbette ki tehlikeli sulara girmiyor, sektöre yakın konulara pek değinmiyor, bize koca bir işyeri dedikodusu tadında bir film sunuyor.

Okuma listenize eklemek isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.

Bizim Silmarillon çeksin de ağzımızın suyu aksın, 37 sezon falan izleyelim, Yalan Rüzgârı gibi olsun diye beklediğimiz Peter Jackson abimiz, gitti onun yerine bu kitabı iyice şeffaf yufka kıvamına getirerek açtı ve üçleme yaptı. Silmarillon da çekmedi, Amazon’da yayımlanan garabet diziye muhtaç kaldık. Halbuki kitabı ne naif, ne tatlı, ne de keyifliydi.

Henüz okumadıysanız, buradan satın alıp okumaya başlayabilirsiniz!

Bir cinayeti araştıran bir sembol bilimcinin başrolünde olduğu kitap hem dolu doluydu, hem de insanlara kültür anlamında çok şey katıyordu. Sanatın insanlara anlattığı şeyleri başka bir gözle görmemizi sağlıyordu. Filmi ise kitaba bağlı kalmaya çalışsa da anlatımında insanî yanı biraz eksikti, sürekli bir sahneden diğerine atlarken karakterlerin derinliğini vermekte başarısız olmuştu. 

Kitaba göz atmak isterseniz link burada!

Karmaşık polisiye olaylar, yarısında yer değiştiren görece iyi ve kötü karakterler, su gibi akan sayfalara eşlik eden, dönüp dönüp tekrar okunan karmaşık psikolojik çözümleme paragrafları… Bir ara epey mantara bağlasa da genel olarak temposunu koruyan ve merak hissini hiç öldürmeyen bir kitap Gone Girl, Türkçe’deki adıyla Kayıp Kız.

Filminde ise bir defa Nick karakterini Ben Affleck oynuyor. Bir kere Ben Affleck, belli bir noktadan sonra kariyerindeki her filmde Ben Affleck’i oynuyor zaten: Karısı ölmüş Ben Affleck, Batman taklidi yapan Ben Affleck… İkincisi de oturup sadece hikâyeyi anlatsa yiyeceğimiz tüm plot twistleri kendini kasa kasa tahmin edilebilir kılıyor. 

Kitabı satın almak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.

Orijinalinde uzaylıların Dünya’yı, Dünya dediğim de işte İngiltere’yi istilâ etmeye geldiklerinde yaşananları anlatan 1897 tarihli bir kültten bahsediyoruz. Orijinal hikâyede insanların hayatta kalma ve uyum becerisi, bilişsel ve teknolojik olarak gelişirken uyum yeteneğini kaybeden Marslıların sonu oluyor.

Peki Spielberg bize iki saat boyunca sürekli çığlık atan bir Dakota Fanning izlettikten sonra mevzuyu nasıl bağlıyor? Uzaylılar grip olup öldü. Ah canım! Milyonlarca yıldır Dünya’nın altında uykuda olan, milyon yıldır istilâ planlayan adamlar bunlar bir de. İnsan metrobüsle Beylikdüzü’ne gidiyor olsa yolda ne yiyip içeceğini düşünür. Dakota Fanning’i de film boyunca yiyemediler zaten, Allah kahretsin onları.

Mutlaka okumanız gereken bu kitabı kütüphanenize eklemek isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.

Bize bol sayıda internet meme’i kazandıran Muhteşem Gatsby, bir kadını saplantı derecesinde arzulayan ancak aşkı yaşamayı beceremeyen bir adamın yükselişini ve düşüşünü anlatırken, insanın kendisiyle yüzleşmesini sağlıyor. Ayrıca dönemin ABD’sini de çok güzel aktarıyor.

Filmde ise izlerken insan yoruluyor. Tamam, kabul, sahneler muhteşem. O havuz başı partilerini, o dönem otomobillerini görünce insanın bir hoşuna gidiyor da bir sahnede bir durun arkadaş. O kamera en fazla 15 saniyede bir başka yere zıplamasın, istirham ediyorum. Bu karakterler kim, motivasyonları ne, yaptıkları şeyi neden yapıyorlar anlamıyoruz bile. Bir de bakmışız film bitmiş, aklımızda muhteşem sahneler ve muallak bir konu var. 

Kitaba buradan göz atabilirsiniz.

#affiliate #işbirliği

Başa dön tuşu