Yıl 1833, o dönemler Bulgaristan’ın Tırnova Kasabası Osmanlı Devleti’ne bağlı… Ancak tüyler ürpertici bir sorun var ki Tırnova halkı daha önce hiç duyulmamış, görülmemiş olaylara sahne oluyor.
Yediden yetmişe herkes korku içinde, günbatımından sonra herkes evlerine çekildiğinde yaşananlar insanlara geceyi dar, sabahı zor ettiriyordu.
Şehre dadandığı söylenen ve “vampir” oldukları düşünülen bu varlıklar, Tırnova halkını dehşete düşürmüş; gazetelere bile konu olmuştur. Şu an okurken belki komik gelebilir ancak gaz lambalı ıssız evlerde akşam olduğunu hayal edince korku filmini aratmıyor.
Kasabada sadece geceleri gerçekleşen, açıklanamayacak derecede garip olaylar oluyordu.
Evde yatak, yorgan, yastık gibi ne varsa didik didik edilerek dağıtılıyordu. Bazı insanlar saldırıya uğradığını dahi söylüyordu. İnsanlar, bu artan vakalardan sonra bunları yapanın kim olduğunu bulamıyordu; bunun olsa olsa bir cadı istilası olabileceğine kanaat getirilmişti.
Devletin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’de bu korku dolu haber halka verilmişti.
Yüksek ihtimalle halkın birer kuruntu varsayarak burun kıvıracağı, Rumeli’den olanların da “Bizim kocakarı masallarının resmi gazetede işi ne?” diye hayretle okuyacağı bu haberler, Tırnova’da zuhur eden cadıların yarattığı dehşete düşüren hadiselerden başka bir şey değil.
Rumeli’nin “cadıları”, bizim bildiğimiz cadılara benzemiyordu.
Biz bugün cadı kelimesini birçok manada kullanıyoruz. Ancak söylemleri dönemlere göre değerlendirmemiz çok önemli. Burada Rumeli’deki Müslüman halkın vampire ve hortlağa verdiği ismin cadı olduğunu bilmemiz gerek.
Kanuni Sultan Süleyman devrinin önemli şeyhülislamı Ebussuud Efendi’nin verdiği hortlak fetvalarına baktığımızda bu inanışın halk arasında nasıl bir etkisi olduğunu az çok anlayabiliriz. Hem Osmanlı Devleti kaynakları hem de yabancı seyahatnamelerde rastladığımız Manastır, Doyran, Selanik, Yeniköy, Edirne gibi bölgelerde vampir/hortlak olaylarıyla karşılaşabiliyoruz.
Bu olay, toplu histeri vakası olarak tarihe geçmişti.
Temsili görsel
Bu hadise, 1833 Eylül ayında Tırnova’nın müderrislerden Ahmed Şükrü Efendi’nin mektubuyla öğrenilmiştir. Mektuba bakıldığında halk için gece korku dolu saatler başlıyordu. Bahsi geçen Tırnova cadısı, akşam vakti evlere girerek kilerdeki erzakları birbirine karıştırıyordu. Anlaşılan o ki sadece erzakları karıştırmakla kalmıyor; insanların üstüne geceleri karabasan misali çöküyordu da. Bu olaydan dolayı şehri terk edenlerin haddi hesabı yoktu.
Cadıcı diye nam salan Nikola Efendi’ye haber salındı.
Nikola Efendi, olayları halkın ağzından dinleyerek olay yerinde de dolaşınca “tüm bu olanlar cadıların marifeti” demişti. Uzun pazarlıklar sonucunda 800 kuruşa kasabayı cadılardan temizlemeye ikna edildi. Cadıların yattıkları mezarların belirlenmesi için mezarlığa doğru yola çıkıldı.
Cadıcı Nikola Efendi, Tırnova Mezarlığı’nda ahşaptan yapılmış bir ikonayı parmağında çevirerek etrafı süzer. İnanışa göre parmağındaki ikonanın ucu hangi mezarda durursa vampirin orada yattığı söylenirdi.
İkona durduğunda ahali hayretlere düşmüştür.
Temsili görsel
Halk şaşkındı, çünkü ikonanın gösterdiği iki mezarı ahali çok iyi tanıyordu. Bu mezarlar, Yeniçeri Ocağı’nın kanlı zorbalarından Tetikoğlu Ali Alemdar ile Abdi Alemdar’a aitti. Bu iki kişi, yaşadıkları sırada hırsızlık, gasp, cinayet, tecavüz gibi akla gelebilecek bütün zorbalıkları yaptıkları için halk tarafından da iyi tanınıyorlardı.
Birçok kişi aslında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra meydana gelen 1833’te Vaka-i Hayriye’nin de etkisiyle devletin, yeniçerilere karşı bu olayı kullandığından dem vurur.
Meseledeki arka plan göz ardı edilmişti: Ali ve Abdi Alemdar, ocak kaldırıldığında zaten ölmüşler.
Temsili görsel
Mezar açıldığında ise halk dehşete düşmüştü. Çünkü iki yeniçerinin vücudunun formları da hala aynı; tırnak ve saçları da olabildiğince uzamıştı. Aslında bu durum oldukça normaldi. Bir cesedin saçları ve tırnakları uzayabilir, şişebilirdi. Fakat ahali, inanç yapılarının da neticesinde hortlaklık olarak algılamıştı.
Ebussuud Efendi’nin verdiği fetvada vurgulanan “kan çanağı gözler” ile işledikleri günahlardan dolayı kötü ruhların bedenlerine girmesiyle hortlamışlardır. Bu durumun bir sebebini de “padişahın kızgınlığı” olduğu düşünülür. Ocağı kaldıran Sultan II. Mahmut’a karşı gelmelerinden dolayı bu hale düştükleri ima edilmektedir.
Cadıcı Nikola, bu ruhların kasabadan defedilmesi için cesetlerin karnına kazık çakılarak kalplerini de kaynar suda haşlamak gerektiğini söyledi. Tüm bunlar yapıldı; ancak hiçbir değişiklik yoktu. Mektupta, bunların işe yaramadığı ifade edilerek Nikola tarafından cesetlerin ateşe verildiği söyleniyor.
Nikola’nın yöntemleri neticesinde kasabalarının kötü ruhlardan arındığına inanan halk, padişaha teşekkür mektupları gönderdi.
Temsili görsel
Tırnova kadısı Ahmet Şükrü Efendi’nin İstanbul’a gönderdiği resmi yazıda tüm olanlar bu şekilde aktarılmıştı. Devletin resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi’nin 5 Eylül 1833 tarihli sayısında bu olay yayımlandı.
İnanması güç, ancak resmi gazetede bile yayımlanan bu olay tüm ahaliyi korkutmaya yetmişti. Kimisine göre bu olay gerçekken, kimisine göre de yeniçerilere karşı bir karalama kampanyasıydı. Gerçeğini bilemeyiz; ancak dönemine göre yorumladığımızda son derece ürkütücü olduğu bir gerçek.