Seçim ve sonuçlarıyla oldukça haşır neşir olduğumuz bu günlerde demokrasi kavramı, önemini bir nebze daha hissettiriyor ve hemen hemen hepimizi bu yönetim biçimi üzerinde daha çok düşünmeye sevk ediyor.
Demokrasi, hiç şüphesiz çok eski zamanlardan beri azımsanmayacak şekilde el üstünde tutulan konulardan biri. Bu yönetim biçiminin ortaya çıktığı zamanlara gittiğimizde ise karşımıza Sokrates’in ve onun bu anlamda alışılmışın dışındaki görüşleri çıkıyor.
Yunan felsefesinin kurucularından olan bu filozof, demokrasiyi hangi açılardan eleştirmişti ve o günlerden bu günlere bu yönetim biçiminin geldiği noktayı düşündüğümüzde gerçekten haklı olabilir miydi?
Neredeyse binlerce yıldır demokrasiyi oldukça önemli addettik.
Bu kavramı var eden medeniyet olan Eski Atina’da çok eskilerden beri Antik Yunan mimarisinin en büyük eseri olarak kabul edilen Partenon, demokrasiyle neredeyse eş anlamlı bir kelime olmuş; birçok demokratik lider de orada fotoğraf çektirmeyi bir gelenek haline getirmişti.
Bu sebeple felsefe alanında oldukça ses getirdiği bilinen Antik Yunan’ın, diğer büyük başarısından biri olan demokrasiye kuşku dolu yaklaşması bir hayli şaşırtıcı.
Peki Yunan felsefesinin kurucu atası olan Sokrates’in, Eflatun’un diyaloglarına göre bu yönetim biçimine bu denli şüpheci yaklaşmasının sebebi neydi?
Eflatun, Devlet’in 6. bölümünde, Sokrates’in “Adeimantus” isimli bir karakter ile konuşmaya başladığını ifade eder ve ona demokrasinin kusurlarını bir gemiye benzeterek resmeder.
Sokrates, Adeimantus’a “Eğer bir gemi içerisinde seyahat etseydin, geminin başına kimin geçeceğine kimlerin karar vermesini tercih ederdin?” şeklinde bir soru yöneltir ve devam eder “Herkese fikri sorulmalı mı, yoksa sadece gemiciliğin kuralları ve gereklilikleri konusunda eğitim almış olan insanlara mı söz hakkı tanınmalı?”.
Adeimantus, “Tabii ki ikincisi” der.
“O zaman” diye karşılık veren Sokrates, “Neden yaşı tutan herkesin, ülkeyi kimin yöneteceğini seçme yetisinin olduğunu düşünüyoruz?” şeklinde karşılık verir.
Sokrates’in bu doğrultuda dikkat çekmek istediği nokta, seçimde oy kullanmanın rastgele sezgilerden ziyade bir yetenek olduğu ve her beceri gibi bunun da insanlara sistematik bir biçimde öğretilmesi gerektiğidir.
Sokrates’e göre insanların belli bir eğitim seviyesine sahip olmadan oy vermesine izin vermek, rastgele birini fırtınalı bir havada kaptan yapmak kadar sorumsuzcaydı.
Filozof, bu yanlış stratejiyle oy veren seçmenlerin azizliğine kendisi de uğramış ve MÖ 39 yılında Atina düzenini bozmak ve zehirlemek suçlarından mahkeme karşısına çıkmıştı. 500 Atinalıdan oluşan jüri, davayı değerlendirmiş; oldukça küçük bir farkla Sokrates suçlu bulunmuştu.
Sokrates’e baldıran otu zehriyle verilen idam cezası, tıpkı Hristiyanlar için İsa’nın çarmıha gerilmesi kadar trajikti ve bu ceza filozofu ölüme götürmüştü. Tüm bunların yanında Sokrates, oy verme hakkının yalnızca küçük bir azınlığa verilmesinden yana değildi. Sadece meseleleri rasyonel bir biçimde ele alabilenlerin oy vermesi gerektiğini savunuyordu.
Bu noktada entelektüel demokrasi ile doğuştan hak olarak gelen demokrasi arasındaki farkı irdelemek gerekir.
Bilgelik ve oy hakkı arasındaki ilişkiyi ne kadar kurabildiğimiz tartışmaya oldukça açık. Sokrates ise bu durumun işleri nereye götürebileceğini binlerce yıl önce, Yunanların diğer her şeyden daha çok endişelendiği bir sistem olan “demagoji”yle öngörmüştü.
Bu noktada Antik Yunanların demagoglarla yaşadıkları kötü tecrübelere bakıldığında bir anekdot dikkati çekmekte. Mesela Alcibiades zengin, karizmatik ve hitap yeteneği oldukça yüksek bir figür olarak kabul edilirdi ve kendisi temel hürriyetleri tanımayan ve Sicilya’ya sonu kötü biten bir sefer düzenlemesiyle meşhurdu.
Sokrates; seçime gidecek kişilerin, basit cevaplara olan yönelimimizi rahatça baltalayabileceğini biliyordu ve bu sebeple iki aday arasındaki çekişmeyi hayal etmemizi istedi.
Adaylardan birinin doktor, diğerinin ise şeker dükkanı sahibi olduğunu farz etti. Şeker dükkanın sahibi, rakibi doktor için şöyle diyecekti: “Bakın bu adam size çok kötü şeyler yaptı. Canınızı yaktı, acı iksirler verdi ve ne yiyip içtiğinize karıştı. Size hiçbir zaman benim yaptığım gibi ziyafet sunmayacak.”
Ardından seçmenlere “Sizce doktor bu iddiaya elle tutulur bir cevap verebilecek mi?” sorusunu yöneltti. Doktorun cevabı ise muhtemelen “Sana yardım etmek için arzularına karşı geliyorum” olacaktı ve elbette bu cevap, seçmenler arasında bir kargaşaya sebep olacaktı.
Bu bağlamda Sokrates, binlerce yıl öncesinden bu güne aslında demokrasinin ne yöne evrileceğini konusunda bizleri uyarmıştı.
Belki de demokrasiyi, yalnızca onu çevreleyen eğitim sistemi kadar etkili olan bir süreçten ziyade açık bir iyilik olarak düşünmeyi tercih ettik ve bu yönetim biçiminin aslında tam anlamıyla neyi ifade ettiğini ve nasıl işlemesi gerektiğini irdelemedik. Sizce bugüne kadar seçtiklerimiz doktor mu, yoksa tatlıcı dükkanı sahibi miydi?