Bir asır önce gerçekleşen ve ülkemizin katıldığı ilk uluslararası organizasyon olan 1924 Paris Olimpiyatları, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için büyük bir gurur kaynağıydı.
Bu olimpiyat, Türkiye için sadece bir spor etkinliği değil; aynı zamanda yeni kurulan cumhuriyetin uluslararası alanda ilk kez temsil edilmesi için de bir fırsattı.
Bu heyecan dolu serüven ise Türk sporcuların azim ve fedakarlığıyla dolu bir hikâyeyi ortaya koydu. Ardından gelecek başarılar ise cabası…
Türkiye, olimpiyat ruhunu taşıyan ilk kademesini atlamak için cüretkâr bir adım attı.
Ülkemiz olimpiyatlara, 1921’de Milletler Cemiyeti’ne üye olmadan Uluslararası Olimpiyat Komitesi tarafından davet edildi. Bu davet, Türk sporcuların dünya sahnesindeki varlığını güçlü bir şekilde göstermek için müthiş bir fırsattı. Ancak tahmin edeceğiniz gibi bu yola çıkmak o kadar da kolay olmadı.
İlk engel, maddi kaynakların eksikliğiydi. Ancak Türk hükûmeti, gençlerin spor tutkusunu artırmak ve yeni devletin propagandasını gerçekleştirmek için olimpiyat oyunlarına katılan sporculara destek verecekti. Bu, Türkiye’nin o dönemde yaşadığı diplomatik yalnızlığa çözüm arayışının da bir parçasıydı.
Sporcuların hazırlıkları başladığında zorluklar da devam etti.
Yaklaşık elli kişilik bir ekiple Paris’e gitmek, o dönemler için – üstelik yeni kurulmuş bir devlet için- pek de kolay değildi. Ancak 2 Kasım 1923’te bir düzenlemeye gidilerek Türkiye Milli Olimpiyat Cemiyeti’nin yeni adı ve yönetim kadrosuyla yola devam edildi.
Hükûmet kanadından beklenmedik 27.000 Türk lirası bütçe desteği de gelmişti. Sporcu seçmeleri düzenlendi, yurt dışından antrenörler getirildi ve ekonomik sıkıntılara rağmen kampa altyapı oluşturuldu. Her bir sporcu, vatanını temsil etmek için gururla çalıştı.
İki gün süren seçmelerin ardından kamp çalışmaları için Kadıköy İttihat Spor Kulübü tesisleri hazırlandı.
Tabii bu dönemde tartışmalar da beraberinde geldi. Olimpiyatlara katılmanın ne kadar gerekli olduğu tartışılırken bu seyahatin sırf Paris’i görmek için düzenlendiği bile söyleniyordu. Savaştan yeni çıkan bir milletin böyle bir programa hazır olmadığı gazete manşetlerinde yazılıyordu.
Bu yazılara cevaben Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanı ve Güreş Federasyonu müfettişi Ali Seyfi Bey, bir yazı yayımladı. Vakit Gazetesi’ndeki yazısında şunlar yazıyordu:
“Olimpiyatların gayesini saniye ile metre ile ölçmek pek eksik bir netice verir. Şüphesiz ki birinciler şerefli yedinciler şerefsiz diye bir kaide yoktur. Ölüp de tekrar dirilmiş bir milletiz, yaşamak hırsı bize bu hayati hamleyi yaptırdı. Bizi olimpiyata fırlatacak olan işte o hamledir. Bizde bir şeyler var herhalde. Çünkü biz de bir milletiz.”
44 kişiden oluşan kafilemiz, Paris’e ulaşmıştı.
4 Mayıs-27 Temmuz arasında gerçekleşen olimpiyat oyunlarına 44 ülke katıldı. 135 kadın, 2954 erkek olmak üzere toplamda 3089 sporcu vardı. İlk kafilemiz futbol takımıydı, Çekya ile karşılaştık ve 5-2 kaybederek turnuva dışı kaldık.
Güreş takımında Tayyar Bey, İspanya’yı alt ederek ilk galibiyetimizi almıştı. Tam 3 maç gerçekleştiren güreşçimiz, kolundaki sakatlıktan dolayı çekilmek durumunda kalmıştı.
Atletizmde elensek de halterde Gülleci Cemal’in kaldırdığı 345 kg ağırlıkla 14. Sıraya yerleşmiştik.
Oyunlarda üstün bir başarı sergileyemesek de bazı aksilikler bizi bulmuştu. Kimi sporcumuz sakatlandığı için katılamadı, kimisi de izin alamadı. Ancak bu mağlubiyetler de bizlere birer ders olarak geri döndü. İlk kez katıldığımız bu organizasyonda, ilk olmasına rağmen büyük başarılar elde ettik. En önemlisi Türkiye’nin adı artık dünyada duyulmuştu.
1924 Paris Olimpiyat Oyunları, Türk spor tarihinde unutulmaz bir dönüm noktası oldu. Üstelik bu etkinlik, Türk sporcuların uluslararası arenada ne kadar büyük potansiyele sahip olduklarını gösteren yalnızca bir başlangıçtı.