Evinizde yıllardır duran ve bozulmayı adeta reddeden Alman markası ütünüzün ortaya çıkabilmesi için koca bir ülkenin nasıl yollardan geçmesi gerektiğini hiç merak ettiniz mi?
Çok eskilerden kalma Alman yapımı ütünüzün veya varsa başka bir ev eşyanızın hâlâ çalışır durumda olması oldukça olasıdır: Oyuncaklarda bile geçerli olan bu durum, Almanya’nın yaygın olarak kalite ve güvenilirlikle tanınmasında şüphesiz büyük rol oynadı. Günümüzde de bu durum hâlâ geçerli.
Fakat Alman yapımı ürünler her zaman bu şekilde tanınmıyordu. Hatta başlarda şu an tüm dünyada yaygın olarak Çin menşeili imitasyon ürünlerinde görülen düşük kalite, Almanya’dan alınan ürünlerde de göze çarpıyordu. Peki Almanya böyle bir durumdan günümüzdeki eşsiz konumuna nasıl geldi?
“Made in Germany” ibaresini İngilizler zorunlu tuttu:
Çünkü Almanya’dan alınan imitasyon ürünler, İngiltere’de üretilenlere göre daha düşük kalitedeydi.
Bu sebeple dışarıdan gelen ürünlerin ayrımının daha kolay yapılabilmesi için 1887 yılında, ürünlere “Made in Germany” (veya geldikleri ülkeye göre ülke ismi) ibaresinin konulması zorunlu tutuldu.
1900’lere doğru ise “Made in Germany” ibaresi, yavaş yavaş güven vermeye başladı:
Buraya kadar üretim anlamında Fransa ve Birleşik Krallık öne çıkıyordu. Fakat hem Almanların yükselişi hem de bu ülkelerin bu yükselişe yetişememesinden kaynaklı olarak Alman yapımı ürünler daha çok öne çıkmaya başladı.
Bunun sebebi de başta Alman işçiliğindeki detaycılık ve titizlik oldu. Basit Alman yapımı oyuncakların çoğunda bunu görebilirsiniz.
Almanya’nın raylı sistemlere ve diğer sektörlere yaptığı yatırım, çok fazla iş gücü gerektirdi:
Bu da dolayısıyla bizim ülkemizin de içinde bulunduğu çok sayıda farklı ülkeden işçilerin ve şirketlerin Almanya’ya geçmesine sebep oldu.
Hatta 1961 yılında Türkiye ve Almanya arasında imzalanan İşgücü anlaşması hâlâ fazlaca konuşulur.
Dışarıdan çok fazla işçi alınmış olsa da Almanya, bu kişilere bel bağlamadı:
17 ve 18’inci yüzyılda etkisini gösteren Sanayi Devrimi, her ülkede devasa işçi ihtiyacını doğurmuş olsa da herkes bu duruma aynı gözle bakmadı.
Çoğu Avrupa ülkesinde çalışmak isteyenler büyük şehirlere göçtü fakat buralarda yaygın olarak ucuza çalıştırma çabaları vardı.
Bunun altında kalmak istemeyen işçiler ise çoğunlukla (ve maalesef günümüzde de) “Sen yoksan başkası gelir, iş arayan çok” sözleriyle karşı karşıya kalıyordu.
Ülkemizde de durum bazı yerlerde böyleydi. Bunun yansımalarını Yeşilçam filmlerinde görebilmek mümkün.
Almanya’nın farkı ne oldu?
Sanayi Devrimi sırasında her yerde olduğu gibi Almanya’da da (özellikle Berlin’de) geçim sorunları baş gösteriyordu. Bunun üstüne hızla gelişen Berlin’e gelen göçmenler de işleri zorlaştırıyordu.
Fakat işverenlerin işçileri sömürmesini engellemek için Berlin’de birtakım düzenlemeler yapılmıştı.
Bu düzenlemeler kapsamında iş yerlerinde minimum maaş sınırı belirlenmek zorundaydı. Buna ek olarak iş yerlerindeki çalışma şartları sürekli inceleniyor ve çocuk işçi çalıştırılmasının önüne geçiliyordu.
Yaşam ucuz değildi elbette, fakat bu gibi önlemler, düzenlemeler ve yardımlar sayesinde ülkenin geleceğine parlak gözle bakılabiliyordu.
Ayrıca teknolojinin sunduğu avantajlar da yakından takip edilince Almanya, üretim alanında çok sayıda basamağı diğer ülkelere nazaran bir anda atladı.
Elbette asıl önemli olan bunu elde etmekten ziyade sürdürebilmek:
Buraya kadar Almanya’nın yükselişine değindik. Şimdi de bunu nasıl devam ettirdiğine bakacağız.
Öncelikle Dünyanın pek çok yerinde küçük görülen çıraklık, Almanya’da erken yaşta tanışılan bir terim.
Zira okulların çoğunda çalışma desteği bulunuyor ve isteyen öğrenciler marangozluktan metal işçiliğine kadar çok sayıda alanda deneyim elde edebiliyor.
Bu öğrenciler mezun olduklarında sadece deneyimli olmakla kalmıyorlar…
Ülkenin büyük gelir kaynağını ‘üretim’ sağladığı için hem kolayca iş bulabilmeleri için destek alıyorlar hem de bu pazar oldukça geniş olduğu için yüksek maaşlar söz konusu oluyor.
Eğitim gördükleri süreçte de ücret alan öğrenciler hem çalışıp para kazanıyorlar hem de eğitimlerini devam ettiriyorlar. Bu da sektörü döngüye sokarak sürekli canlı tutuyor.
“Bizimkinden farkı ne?” diyecek olursanız buradaki sistem, çoğu zorunlu stajın aksine tam destekle yapılıyor
Yani çalışacağınız yeri bulabilmeniz için yönlendiriliyorsunuz ya da bölgenizdeki iş yerlerinin zaten okulunuzla bir bağı oluyor.
Bu bağlamda hem deneyimsizken tek başınıza kalmamış oluyorsunuz hem de yeni mezunlardan 3 yıl deneyim bekleyen iş yerleriyle uğraşmanız gerekmiyor.
Devamlı olarak gelişen teknolojinin kucaklanması, 1900’lerde de üretimi verimli kılıyordu, şimdi de kılıyor:
Biz bunu gündelik hayatta en çok otomobil sektöründe görüyoruz diyebiliriz. BMW ve Mercedes araçları sıklıkla karşılaştırılıyor olsa da bu iki Alman şirketi, teknolojiyi araçlarında farklı amaçlarla kullanıyor diyebiliriz.
Ve gördüğümüz üzere herkes, amacına göre ayrı kulvarlarda üretilen bu araçlardan memnun. Bunun dışında ev eşyalarında bile bu gelişimi görmek mümkün.
Hâlihazırda var olan dev şirketlerin yanında, sürekli ortaya çıkan çok sayıda yeni girişim, asıl getiriyi sağlıyor:
Hatta küçük ve orta ölçekli bu işletmeler, ihracat konusunda bildiğimiz dev şirketlerden daha büyük rol oynar. Bu şirketleri bizdeki KOBİ’lerle aynı şekilde düşünebiliriz.
Buna ek olarak Hidden Champions (Gizli Şampiyonlar) adı altında bilinen fakat isimlerinin pek de bilinmediği şirketler, ülkeye devasa getiriler sağlıyor.
İşin garip yanı ise bu şirketler, akla gelmez ürünler üreterek bu getiriyi sağlar. Mesela Delo isimli şirket, telefonlardaki parçaların bir arada tutulmasını sağlayan yapıştırıcı malzemeleri üretiyor.
Bu sebeple akıllı telefon üreticileri sıklıkla bu şirketle iş yapıyor. Çünkü bu alanda çok da fazla seçenek olmuyor.
Yerel olarak avantajların ve dezavantajların değerlendirilmesi de Almanlar için kritik:
Ülkenin farklı bölgelerinde nasıl ihtiyaçların olduğu, bu ihtiyaçları gidermek için nasıl iş alanlarının oluşması gerektiği gibi detaylar sürekli gözlemleniyor.
Bir yerde doğal kaynaklar yoğunluktaysa o alanı ilgilendiren iş dalları bu kaynaklardan faydalanıyor.
Bu sırada o bölgede olan okullar da bu alanlara yönelik çıraklık programlarını öne çıkarıyor. Bu, her yerde her sektör için aynıdır. Yani avantajlar ve dezavantajlar yerel olarak tartılır.
Bu gibi birçok kural ve yöntem, Alman işçiliğini kaliteli olarak nitelendirmemize katkı sağlar. Şimdi bu şekilde bilinen birkaç Alman markasına bakalım:
Kaybolmadığı sürece uzun yıllar kullanılabilen ürünler üreten Rotring:
“Bozulana kadar kullanırız” sözüne fazlaca alındığını gösteren ev aletleriyle Siemens:
Siemens gibi çok sayıda faaliyeti bulunsa da yine kaliteli ev aletleriyle tanıdığımız Bosch:
Evet, çoğumuzun yeni öğreneceği bir gerçek olacak ama Fakir, Alman markası:
Hız, Güç ve Konfor üçlüsü: BMW, Audi ve Mercedes
Müzeler ‘Flaş Açık Bir Şekilde’ Fotoğraf Çekilmesine Karşı Neden Bu Kadar Hassas? Sebebi Düşündüğünüz Gibi Değil!
Bu süreçte elbette tarihten alınan büyük derslerin etkisi var, fakat konuyu sadeleştirdiğimizde Alman kalitesini bu saydığımız faktörlere bağlayabiliyoruz. Konu hakkındaki düşüncelerinizi yorumlarda paylaşabilirsiniz.