Osmanlı padişahları hakkında pek çok şey biliyoruz, öğreniyoruz. Peki neden hiç denize giren bir padişah olduğunu bilmiyoruz?
Padişahlar, hiçbir zaman denizde yüzmeyi alışkanlık hâline getirmemişler. Hatta bunu birkaçı yalnızca ‘mecburiyetten’ yapmış.
Nice denizlerde hüküm sürmüş Osmanlı Devleti’nde deniz kültürünün olmamasının sebebi sizce ne olabilir?
Denizin içinde olan Osmanlı Devleti, aslında denizden çok uzaktı.
Tarihe baktığımızda, modern zamana kadar denizler, yalnızca ticaret, savaş ve balıkçılık için kullanılıyordu. Antik çağlarda yüzme, bugünkü anlamıyla bir spor ya da eğlence aktivitesi olarak görülmezdi.
Roma İmparatoru Tiberius’un Capri Adası’nda veya Padişah Abdülhamit’in Beylerbeyi Sarayı’nda denize girmesi, o dönemdeki suyla ilişki biçimlerini yansıtırken bu eylemler genellikle temel bir ihtiyaçtan kaynaklanıyordu.
Denizle olan temasları, genellikle günlük işlerin veya sağlık için gerekliliklerin bir sonucuydu.
Antik Yunan’da yüzme, savaş becerileri veya denizcilik için gerekli bir yetenek olarak kabul edilirdi. Antik dönemde insanlar, zıpkın avcılığı gibi pratik amaçlar için yüzmeyi kullanırlardı. Ancak o dönemde yüzme, herhangi bir devlet için bir spor veya hobi olarak düşünülmüyordu.
Modern yüzme kültürü ise Sanayi Devrimi sonrasında şekillenmeye başladı.
Osmanlı döneminde de halk, deniz hamamları sayesinde denize giriyordu.
Osmanlı döneminde denize girmek, bugünkü anlamından çok farklıydı. Dışarıdan bakıldığında kapalı olan ve içerisi asla görünmeyen deniz hamamları inşa edilmişti. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinden anladığımız kadarıyla bu hamamlar, 17. yüzyılda ortaya çıkmıştı. O döneme kadar da insanların denize girmesiyle ilgili herhangi bir bilgi yok.
Deniz hamamı adı verilen ve ahşap bir kulübeyi andıran bu yapılar, dışarıdan asla görünmezdi. Kadın ve erkekler için ayrı ayrı inşa edilen bu hamamlar, ahşap kazıklar üzerine kurulurdu. Genellikle deniz banyosu yapmak amacıyla kullanıldığı için yüzme bilgisine sahip olmak pek gerekli değildi.
Refik Halit’in anlatımına göre 19. yüzyıl ortalarına kadar denize girmek, sıradanlıkla özdeşleştirilirdi.
Balıkçılar, kayıkçılar ve bahriyeliler dışında kimse denizle bu kadar yakın temasta bulunmazdı. Deniz hamamları, bu sınırlı kesime ait özel alanlardı ve genelde doktor tavsiyesiyle, kısıtlı zaman dilimlerinde ve özel tedbirlerle kullanılırdı.
Abdülhamit’in denize giren ilk padişah olduğunu ise kızı Ayşe Osmanoğlu’nun anlatımından anlıyoruz. Genç yaşta bir kaza geçiren Abdülhamit’e, İtalyan hekim Masiro’nun tavsiyesiyle deniz banyosu önerilmiş ve bu alışkanlık onun hayatının bir parçası hâline gelmişti.
Deniz hamamı kültürü, giderek Osmanlı toplumunda da artmıştı.
19. yüzyıl boyunca deniz hamamları, genelde sessiz ve uzak alanlara kurulmuştu. Kullanımları, 1875’te belirlenen nizamnamelerle düzenlenmişti. Özel localar için belirlenen ücretler ve yüzme bilmeyenler için usta yüzücülerin bulundurulması gibi kurallar getirilmişti.
Özellikle İstanbul’un kıyılarında yaygın olarak bulunan bu yapılar, Batılılaşma sürecinin etkisiyle 19. yüzyılın ortalarından itibaren daha da popülerleşti. Bu dönemde, Rus Devrimi sonrası Türkiye’ye sığınan Beyaz Ruslar ve Cumhuriyet Dönemi ile değişen yaşam tarzı, deniz kültürünün evriminde önemli bir rol oynadı.
1920’lerden itibaren ise plaj kültürünün yaygınlaşmasıyla deniz hamamlarının yerini zamanla plajlar aldı.