20. yüzyılda arka arkaya gerçekleşen iki büyük dünya savaşında da ağır kayıplar vererek mağlup tarafta yer alan Almanya, günümüzde dünyanın en büyük 5 ekonomisinden biri olarak kabul ediliyor. Peki büyük gelişimi ve istikrarlı kalkınması ile tüm dünyanın örnek alması gerektiği bu ülke, nasıl oldu da geçmişte aldığı ağır darbelere rağmen bugünlere gelebildi?
Tarihte savaşların pek çok zaman ülkelerin ve halkların kaderini kökten değiştirdiğini ve genellikle mağlup olanların ne kadar çabalasalar da bir daha asla eski gücüne ulaşamadığı görülmüştür. Ancak Alman halkı, bu durumun her zaman böyle olmayacağını gösteren en büyük istisnalardan biri.
İmparator II. Wilhelm ve Adolf Hitler önderliğinde sırasıyla I. ve II. Dünya Savaşları’na katılan ve her ikisinde de ağır yenilgilerle hüsrana uğrayan Almanya, savaş sonrası dönemde tarihte eşine az rastlanan bir mucizeye imza attı. II. Dünya Savaşı’nın oluşturduğu yıkım sonrası tekrardan kurulan ülke, 21. yüzyıl ile birlikte sahip olduğu yüksek teknoloji, devasa ekonomik altyapısı ve kültürel zenginlikleriyle dünya siyasetinde önemli bir oyuncu hâline geldi.
Bugün, geçmişte birçok kez savaşların acı yüzüyle karşılaşmak zorunda kalan Almanya’nın, tüm olumsuzluklara rağmen nasıl bu günlere geldiğini anlamak için geçmişten günümüze doğru tarihsel bir yolculuğa çıkacağız.
Savaş sonrası hiçliğin ortasında doğan iki ülke: Batı ve Doğu Almanya (1945-1949)
II. Dünya Savaşı’nın ardından Müttefik Devletler tarafından tekrardan kurulan Almanya için, “yokluğun içinde doğan ülke” tanımını rahatlıkla kullanabiliriz. Orta Avrupa gibi savaşın getirdiği büyük yıkımın ve kaosun baş gösterdiği bir bölgede tekrardan kurulan ülke, savaşın sonuçlarıyla başa çıkmak ve yeniden kalkınmak için ciddi bir çaba sarf etmek zorundaydı.
Üstelik yeni devlet, tüm bu zorlu şartlar yetmiyormuş gibi, 1949 yılında müttefik güçlerinin kontrolü altında bölünerek Batı Almanya ve Doğu Almanya olarak ikiye ayrıldı. Bu dönemde başta İngiltere, Fransa ve ABD ile iş birliğine giden Batı Almanya hükûmeti, ülkenin yeniden yapılanması ve ekonomik olarak kalkınması adına ciddi çabalar harcadı.
Soğuk Savaş döneminde ABD’nin Marshall Planı ve ekonomik iyileşme (1948-1955)
Büyük bölünmenin ardından İngiltere, Fransa ve ABD’nin işgal bölgelerini birleştirerek kurduğu Batı Almanya, bu süreçte yönetim biçimi nedeniyle Almanya Federal Cumhuriyeti adını aldı. Yeni ülke, özellikle ABD tarafından Avrupa’nın savaş sonrası yeniden inşası ve ekonomik iyileşmesine destek olmak amacıyla geliştirilen Marshall Planı kapsamında büyük yardımlar aldı. Söz konusu yardımlar, Almanya’da savaş sonrasında âdeta yok olan yapıların yeniden inşası, altyapının güçlendirilmesi ve ekonomik faaliyetlerin canlandırılması için kullanıldı.
Madalyonun ters yüzündeki Doğu Almanya ise baskıcı Sovyetler Birliği kontrolünde oldukça yavaş bir gelişim gösterdi. Doğu ve Batı Almanya’nın bu dönemde farklı seviyelerde gelişim göstermesi, özellikle yan yana bulunan iki ülkenin yaşam koşullarının büyük oranda farklılaşmasına sebep olurken, Alman halkının derinden etkileneceği ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki güç savaşının da daha çok alevlenmesine yol açtı.
Ekonomik Harikalar Dönemi: “Wirtschaftswunder” (1950’ler-1960’lar)
ABD yardımları ile beraber tekrardan yapılanma sürecini hızlı bir şekilde tamamlayan Batı Almanya, 1950’li yıllarda savaşın getirdiği yıkımdan hızla kurturularak bugünlerdeki büyük ekonomisinin oluşmasını sağlayacak yeni bir döneme ayak bastı. “Wirtschaftswunder” olarak adlandırılan ekonomik harikalar döneminde Almanya’nın sanayi üretimi ve ihracatı büyük ölçüde arttı.
Özellikle kuruluşu 19. yüzyılın sonlarına dayanan, ancak savaş döneminde kapanma eşiğine gelen birçok şirket, bu dönemde tekrardan canlandı ve dünya çapında rekabet edebilir hâle geldi. Bu sayede, gelecekte uzun süre boyunca otomobil, makine imalatı ve kimyasal endüstri gibi birçok farklı sektörde zirveye oynayacak Alman ürünleri, ilk kez bu dönemde popülerleşmeye başladı.
Bununla beraber, Wirtschaftswunder döneminde yaşanan büyük sanayileşme, ülkedeki işsizlik oranlarının düşmesini, yaşam standardının yükselmesini ve refah seviyesinin artmasını sağladı. Alman ekonomisi, ilk kez bu dönemde hızlı bir şekilde büyüyerek dünya ticaretinde önemli bir rol oynamaya başladı.
Doğu ve Batı arasındaki büyük fark ve Berlin Duvarı (1960-1980)
Batı Almanya, Wirtschaftswunder olarak bilinen büyük kalkınma döneminin ardından 1960’lı yıllarda sağladığı sanayi ve teknoloji odaklı ekonomisini genişletmeye devam ederken, komşu ülkesine kıyasla daha düşük refah seviyesine sahip olan Doğu Almanya’da işler pek de istenildiğini gibi gitmiyordu.
Batı’nın ekonomik ve kültürel alanda yaşadığı mucizevi gelişim, bu dönemde yaşam koşullarının Doğu’ya göre çok daha iyi olmasına yol açmış ve Doğu Almanya’daki birçok vatandaşın Batı’ya geçmek istemesine sebep olmuştu. Bunun üzerine, Soğuk Savaş döneminde hâlâ ABD ile rekabet içersinde olan Sovyetler Birliği, Doğu Almanya’dan Batı Almanya’ya doğru gerçekleşebilecek büyük bir göçü önlemek adına iki ülke arasındaki sınır şehri Berlin’de büyük bir duvar örmeye başladı.
Tüm bu süreçte gelişimini hız kesmeden devam ettiren Batı Almaya, 1970’li yıllarda birçok sanayinin daha fazla iş gücüne ihtiyaç duyması nedeniyle Türkiye başta olmak üzere pek çok ülke ile işgücü anlaşmaları imzalamaya başladı. Ülkemizden Almanya’ya farbrikalarda çalışmak için göçen ve ilerleyen yıllarda “Alamancı” olarak adlandırılacak kesim de ilk kez bu dönemde Batı Almanya’nın yolunu tuttu.
Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesi (1989-1990)
80’li yılların sonunda Soğuk Savaş döneminin tarihe karışması ile birlikte Alman halkı için umut veren günler de başlamış oldu. İlk olarak 9 Kasım 1989’da Soğuk Savaş’ın önemli sembollerinden biri olarak görülen Berlin Duvarı yıkıldı.
Söz konusu olay, ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki güç rekabetinin sona erdiğinin bir göstergesi olmasıyla beraber, aynı zamanda Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesi için de tarihî bir dönüm noktası olarak kayıtlara geçti. Duvarın yıkılışının ardından hem Doğu hem de Batı bloğu ülkeler üzerinde kurduğu baskıyı azalttı ve Almanya’nın birleşme süreci resmen başladı.
Tahmin edersiniz ki birleşme sonucu Almanya’nın ekonomik hacmi daha da büyüdü. Doğu ve Batı bölgelerinde yer alan kaynakların ve iş gücünün tekrardan bir araya gelmesi, Almanya’yı Avrupa kıtasının en büyük ekonomilerinden biri hâline getirdi.
Yeni Almanya, Avrupa Birliği’ne katıldı. (1993-2000)
1 Kasım 1993 tarihinde kurulan Avrupa Birliği, Almanya ve kıtadaki diğer birçok büyük devlet için önemli bir kırılma noktası oldu. Birliğin kuruluşunda yer alan Almanya, savaşlar nedeniyle geçmişte dışlandığı Avrupa’nın yeni düzeninde pay sahibi oldu. Elbette bu durum ülkenin ekonomik faaliyetleri adına da oldukça olumlu bir havayı beraberinde getirdi.
Kıta içinde serbest ticaretin ve ekonomik iş birliğinin güçlenmesine katkı sağlayan Avrupa Birliği, Almanya’ya diğer ülkelerle olan ticari ve ekonomik ilişkilerini genişletme ve güçlendirme fırsatı sundu.
Ekonomik ve siyasi reformlar ülkeyi zirveye taşıdı. (2000 ve sonrası)
20. yüzyılda iki büyük savaşın acı sonuçları ile beraber tekrardan kurulan Almanya, 1945 yılından bu yana yürüttüğü ekonomik faaliyetler ile milenyuma güçlü bir giriş yaptı. Ülke, 2000’den sonra yeni teknoloji ve yüksek katma değerli ürünlere yapılan yatırımlar sayesinde birçok büyük sektörde en büyük oyuncu hâline geldi.
Bununla beraber, 2005 yılında göreve gelen Angela Merkel önderliğindeki hükûmet, demokratik değerlere bağlılığı, hayata geçirdiği güçlü eğitim sistemi, yeni işçi hakları ve sosyal ülke politikaları ile birlikte tüm dünyanın Almanya’ya sempati duymasına yardımcı oldu. Bu dönemde geçmiş yıllardaki çalışmaları, teknolojik gelişmeler ve yeni ekonomik düzenlemelerle taçlandıran Almanya, son olarak Japonya’yı geride bırakarak dünyanın en büyük 3. ekonomisi olmayı başardı.
Mağlup tarafta yer aldığı I. ve II Dünya Savaşı’nın neden olduğu zorlu siyasi koşullar ve oldukça kısıtlı imkânlar içerisinde yeniden doğan Almanya, kuruluşundan bu yana istikrarlı bir şekilde devam ettirdiği kalkınması ile tarih sayfalarından silinmeyecek bir mucizeye imza attı.
Elbette bu mucizenin gerçekleşmesinde, geçmişte yaşananlardan ders alarak hareket eden, disiplinden ve çalışmaktan asla vazgeçmeyen Alman halkının büyük bir payı bulunuyor. Tıpkı kendi atasözlerinde de dedikleri gibi, “Çalışmak ekmek, tembellik kıtlık getirir.”