Her dört yılda bir düzenlenen ve yalnızca spor değil, bir kültür temsili de olan olimpiyatlar, çok uzun yıllar; hatta yüzyıllar önce de oynanıyordu!
Peki Antik dönemlerin olimpiyat branşları da bugünkü gibi miydi?
Elbette zamanla bu spor branşları da değişti. Ancak bazıları yüzyıllar boyunca günümüze kadar varlığını istikrarlı bir şekilde sürdürüyor. Hangileri onlar?
Antik Olimpiyatlar, o zamanların en büyük dini ve spor etkinliği olarak tarih sahnesindeydi.
Bu muhteşem etkinlik, Zeus’un onuruna düzenlenen kutsal kutlamalardı ve sadece hür erkeklere açıktı. İlk kez M.Ö. 776’da başlayan Olimpiyatlar, zamanla gelişerek sporun ve rekabetin en kutsal ve özgün platformlarından biri hâline geldi.
Olimpiyatlar, başlangıçta sadece bir gün sürerken; zamanla branşlar ve gün sayısı giderek arttı. Başlangıçta yalnızca kısa mesafe koşusu olan stadion yarışıyla başlasa da daha sonra çeşitli branşlar eklenerek oyunlar beş güne kadar yayıldı.
Bu branşlar arasında çift tur koşusu (diaulos), uzun mesafe koşusu (dolichos), pentatlon, güreş, boks, dört atlı savaş arabası yarışı, at yarışı, pankreas (boks), zırhlı koşu ve iki atlı savaş arabası yarışı gibi çeşitli spor dalları yer alıyordu.
Her bir branş, Antik Yunan sporunun farklı yönlerini ve becerilerini temsil ediyordu.
Pentatlon, atletlerin koşu, uzun atlama, cirit atma, disk atma ve güreş gibi farklı yeteneklerini sergiledikleri bir mücadeleydi. Güreş, boks ve dört atlı savaş arabası yarışı gibi branşlar daha çok fiziksel gücün ön plana çıktığı mücadelelerdi. Aynı zamanda at yarışı gibi branşlar da aristokrat sınıfın ilgisini çekiyordu.
Olimpiyatların zirvesinde, tek bir kazanan olurdu ve bu kişiye zeytin yapraklarından bir taç verilirdi. “Yalnızca bir taç mı?” diye düşünmeyin, çünkü o dönemler için zeytin yaprağı büyük bir zenginlik göstergesiydi.
Ayrıca kazananlara politik görevlerde yer verilerek bu şekilde onurlandırılıyorlardı.