Devletlerin yurt içinde de, yurt dışında da insanların görüşlerini manipüle etmek için çeşitli yöntemlere başvurdukları gerçeği, günümüzde pek sıra dışı karşılanan bir gerçek değil.
1947’den 1991’e kadar süren Soğuk Savaş, ABD’nin ve SSCB’nin birbirine karşı üstünlük sağlayabilmek için hayal edilebilecek her türlü yönteme başvurdukları bir dönemdi. Dünya’ya satranç tahtası ve üzerindeki devletlere satranç taşları muamelesinin edildiği bu dönem, sanıldığının aksine sadece savaşlardan ve darbe girişimlerinden ibaret değildi.
Savaş meydanlarında tüfeklerle verilen mücadelelere ilaveten, insanların zihinlerinde de çeşitli manipülasyon yöntemlerinin faydalanıldığı bir başka mücadele daha yaşanmıştı. Genellikle medya temelli olan bu rekabet, rakibe karşı psikolojik üstünlük sağlayabilmek adına tarafların kimi zaman seviyelerini düşürmelerine sahne oldu.
Öncelikle “Propaganda” dediğimiz şeyin ne olduğunu kısaca özetleyelim.
Siyasi bir terim olan “propaganda”, devletlerin ve kuruluşların bilgi akışını kendi çıkarlarına göre yönlendirmelerine verilen isimdir. Propaganda, gerçekler ve doğrular üzerine gerçekleştirilmesi ve inandırıcı olabilmesi bakımından yalandan farklıdır, fakat bazen kendisi de yalanlardan ibaret olabilmektedir.
Propaganda yapmayı amaçlayan bir devlet ya da kuruluş, bilgiye erişim sağladığında bilginin sadece kendi ajandasına uygun gördüğü kısımlarını kesip medyaya servis eder. Medyaya servis edilen bu kesitler için de ideolojik bir temellendirme veya bahane bulurlar. Böylelikle dikkati sadece gerçeğin kendisinden saptırmakla kalmazlar, aynı zamanda kendi ideolojilerinin etki alanını güçlendirmiş olurlar.
Amerikan propagandası nedir, nasıl işler? Özellikleri neler?
Amerikan propagandası, ABD önderliğindeki kapitalist “Batı” uygarlığının tek doğru ve haklı taraf olduğunu, Batı’ya dahil olmayan diğer tarafların medeniyete düşman olduklarını savunur.
Özünde “Amerikan Rüyası” konseptini ve nihai hedefini bulunduran Amerikan propagandası, ABD’nin dünyanın kalanına “özgürlük” ve “medeniyet” götürme hakkı olduğu iddiasının temeli üzerine kuruludur.
Amerikan propagandasının en bilinen özelliği, rakip devletleri ve ideolojileri çok ikna edici bir şekilde canavarlaştırabilmesi ve bunun için sadece posterlere değil, Hollywood gibi film sektörü devlerine de sahip olmasıdır.
Bir üstteki görselimiz, eski bir Amerikan propaganda posteri örneği. Bizzat ABD tarafından düzenlendiği iddia edilen USS Maine gemisinin batırılması olayına ithafen hazırlanan bu tür propagandalar, dolaylı yollardan ABD’nin ABD halkını korumak için İspanya’ya savaş açması ve Küba gibi kolonilerine el koyması gerektiği fikrini ABD halkına büyük ölçüde kabul ettirmeyi başarmıştı. En nihayetinde bir savaş çıkmıştı ve Küba, Filipinler ve Guam gibi çokça İspanyol kolonisi, ABD’nin himayesine geçti.
Özellikle de ABD’nin her açıdan en iyi ve düşmanlarının en kötü olarak tasvir edildiği Hollywood filmleri, günümüzde Amerikan propagandalarını zirveye taşımaya devam ediyor.
Sovyet propagandası neydi, nasıl işlerdi? Özellikleri nelerdi?
“Her iş günü, Komünizm’e doğru (birer) adım!”
Sovyet propaganda modeli, SSCB önderliğindeki komünist “Doğu” uygarlığının tek doğru ve haklı taraf olduğunu, Doğu’ya dahil olmayan tarafların dünya toplumlarına ve işçi halklarına düşman olduklarını savunurdu.
“Amerikan Rüyası”na benzer bir nihai hedef olarak, bu propaganda cephesinde Kapitalizm’in tamamen ortadan kalktığı bir “Komünist Ütopya” veya “Doğru Komünizm” hedefi merkezde. Tahmin edebileceğiniz üzere ABD medeniyet götürmek amacıyla işgal bahanesine sahipken, Sovyetler de benzer bir şekilde işçi sınıfını ve yoksul toplumları korumak amacıyla işgal bahanesine sahipti.
“Anavatanın kahramanları çok yaşasın!”.
Son olarak, Sovyet propagandasının zirvesi olan kozmonotlara ve Uzay Yarışı’na da değinmesek olmaz.
ABD ve SSCB arasında gerçekleşen ideolojik mücadelede bu propagandaların büyük bir yeri var.
İki taraf da, karşı tarafı insanlık dışı ve yayılmacı olmakla itham edip kendi yaşam standartlarını daha insancıl göstermeye ve yaymaya çalışırdı. Doğal olarak karşı tarafın ideolojisi ve yaşam standartları da hor görülür, medyada kötü betimlenirdi. 20. yüzyılın yarısından fazlası, “Kapitalizm neden kötüdür?” ve “Komünizm neden kötüdür?” sorularının çekişmelerine ve karşılıklı karalama çabalarına sahne oldu.
Komünizm’in Latin Amerika’da yayılması ihtimalinden endişe duyan ABD, yoksul çocukların fotoğraflarını yayınlayarak propagandada çıtayı daha da yükseltmeye karar vermiş.
İdeolojik propaganda rekabeti, zamanla ahlakın ve etikliğin sınırlarını iyice zorlamaya başladı. ABD, Komünizm’in yayılmasında yoksulluğun ciddi bir payının olduğu ve Latin Amerika’nın da yoksul bir coğrafya olduğu, dolayısıyla da Komünizm’e daha meyilli olduğu gibi ilginç çıkarımlarda bulunarak propaganda çalışmalarını bu yönde şekillendirmeye başladı.
Latin Amerikalıları ve yoksul kesimlerini propaganda malzemesine çevirmeye karar veren ABD, işte tam bu noktada propaganda fotoğrafçılığı sektörünü ortaya çıkarıyor.
Üstteki fotoğraf, ABD’nin Life Magazine dergisinin yıldızı haline gelen Flavio’ya ait. Kendisinin Brezilya’daki yoksul hayatı, ABD halkına ibretlik bir durum olarak servis edilmiş ve Komünizm önyargıları da işin içine katılınca bu “zavallı” çocuğu “Komünist ellerden” (Latin Amerika’dan) kurtarılması için ABD’ye baskı yapılmaya başlanmıştı. Bu çağrılar öyle bir yankı uyandırmıştı ki, okurların baskısı üzerine Flavio’nun geçirdiği rahatsızlıkların tedavi edilebilmesi ve kendisine “daha iyi” bakılabilmesi için ABD’ye uçurulması sağlanmıştı.
Dergide Flavio’yu gören ABD sakinleri, kendi hayatları için şükretmeye ve Komünizm ile alakası olmasa da Brezilya dahil tüm Latin Amerika’daki yoksulluğun Komünizm’in eseri olduğu yanılgısını zihinlerinde oluşturdu. Bu sayede ABD, kendinde Latin Amerika’nın içişlerine, Latin Amerika’daki insanların günlük hayatlarına karışma hakkını görmeye başlamış oldu. Bu sayede bölgedeki nüfuz alanı kısa sürede daha da güçlendi. Bölgede eskiden hiç olmadığı kadar fazla ABD lehine iç karışıklık, darbe ve kimi zaman işgaller yaşandı.
Üstteki diğer fotoğraflar da, az önce bahsettiğimiz Flavio’ya ait. ABD’ye getirilip “kurtarılan” Flavio, ilk fotoğrafta eski hayatında acılar çekerken ve ikinci fotoğrafta adeta “özgürleşmiş” bir çocuk gibi tasvir edilmiş.
Tahmin edebileceğiniz üzere, tüm bu yaşananlar Brezilya’nın hiç hoşuna gitmedi ve propaganda fotoğrafçılığı kısa süre sonra büyük ölçüde rafa kaldırılmak zorunda kalındı.
Propagandalar ve propaganda fotoğrafçılığı hakkında düşünceleriniz neler? Karşınıza hiç herhangi bir gerçekten etkili Amerikan veya Sovyet propagandası çıktığını anımsar mısınız?