1900’lü yıllarda planlanan bir projeye göre, enerji ihtiyacını karşılamak için dev barajlar inşa edilecekti ve bu barajlardan biri, Akdeniz’in kurumasına sebep olacaktı!
Çeşitli sebeplerden dolayı hiçbir zaman uygulamaya geçemeyen bu ütopik proje yapılsaydı belki de şu anda birçoğumuz Türkiye’den farklı bölgelere göç etmiştik ve dünyanın dengesi epey değişmişti.
Peki “Atlantropa” projesinin tam olarak hedefi neydi ve kim tarafından ortaya atılmıştı? Hangi sebeplerden dolayı uygulanamamıştı? Eğer uygulansaydı başımıza neler gelirdi? Tüm bu soruların cevaplarına birlikte bakalım.
20. yüzyıldaki enerji talebinin sonucunda ortaya farklı fikir ve projeler çıkıyordu.
Doğal kaynakları endişe verici seviyede tüketmemiz, durmadan çocuk yaparak dünya nüfusunu umarsızca artırmamız ve artan enerji talebimiz; bugün olduğu gibi 20. yüzyılın gidişatını da ciddi derecede şekillendiriyordu.
1900’lü yıllarda ulaşım alanındaki yenilikler ve elektrik ağlarının yaygınlaşması, enerji problemine ilişkin çözümler üretmeyi gerektiriyordu. Alman asıllı mimar Hermann Sörgel’in (1885-1952) aklına “ütopik” bir fikir gelmişti. “Atlantropa” ya da “Panropa” olarak adlandırılan proje, Çanakkale ile Cebelitarık Boğazı boyunca dev bir baraj inşa etme fikriydi.
1928 baharında ortaya atılan planda, inanılmaz boyutlarda baraj yapılacaktı.
Yapılacak barajlar o kadar büyük olacaktı ki insanlığın şimdiye kadar gördüğü en büyük yapı olarak tarihe geçeceklerdi (Dünya üzerindeki betonlar bile yetmeyecekti aslında). Bu proje Adolf Hitler’in de oldukça ilgisini çekmişti ve hayata geçirilmesi için destek vererek inanılmaz yatırımlar yapmıştı.
Barajlar, sayısız insana hiç tükenmeyen bir enerji ve hammadde kaynağı olacaklardı. Dünyanın en büyük hidroelektrik tesisi olacak barajlardan ilki ve en büyüğü, Cebelitarık Boğazı boyunca inşa edilecekti ve Avrupa’nın elektrik ihtiyacının yarısını karşılarken Akdeniz’in ana su kaynağı kesilecekti. İkinci baraj, teorik olarak Karadeniz’i kapatarak inşa edilecekken üçüncüsü ise Tunus’tan Sicilya’ya kadar uzanacaktı.
Projeye göre iki kıta birbirine bağlanacaktı.
Buharlaşma, deniz seviyesinin 200 metreye kadar düşmesine neden olacak ve kıyı boyunca yeni alanlar oluşturarak Avrupa, kara yoluyla Afrika’ya bağlanacaktı. İki kıta birleşerek tek bir kıta hâline geldiğinde ise yeni kazanılan bu araziler; tarım, altyapı genişletme ve şehir alanı olarak kullanılacaktı.
Bu projenin sonucunda Akdeniz, tuzlanma sebebiyle yok olacak olsa da projenin iptal edilme nedeni ekolojik kaygılar değildi. Ne Nazi rejimi döneminde ne de savaş sonrası dönemde uygulanamayacağı için siyasi nedenlerden iptal edilmişti.
Ayrıca Hermann Sörgel, 25 Aralık 1952’de trafik kazasından hayatını kaybetti ve projenin sponsorlarını içeren Atlantropa Enstitüsü de dağılınca projeyi tarihe gömmek zorunda kaldılar.
Peki Akdeniz kurusaydı başımıza neler gelirdi?
Akdeniz’den arta kalmış kuru bölge, deniz seviyesinin çok altında olduğundan muhtemelen dünyanın en sıcak bölgesi olurdu. Yani herhangi bir insan barınamazdı. Zaten sıcaklık problemi olmasa bile başka sorunlar daha var. Akdeniz’in suyu çok tuzlu olduğundan, açığa çıkan alan, tuz kütlelerinden ibaret olurdu ve bu, tarımı da imkânsız hâle getirirdi
Ayrıca çevredeki topraklar da çölleşirdi. Güney Avrupa ile Türkiye kurumaya başlardı ve bunun sonucunda yağışlar azalırdı. Nihayetinde Avrupa’daki tarım da etkilenirdi ve Akdeniz yakınlarında yaşayan hayvanlar, hayatta kalamazdı.
Bununla sınırlı kalacak mı sandınız? Boşaltılan denizden gelen su, okyanuslara yeniden dağıtılacağı için deniz seviyelerinde meydana gelen artış; Amsterdam, New Orleans, Sacramento, Kopenhag ve Şanghay gibi şehirleri sular altında bırakırdı.
Yani Atlantropa projesinin hayata geçmesi zaten imkânsızdı. Yine de ilginç bir projeydi ve popüler kültürde de yer etti:
Philip K. Dick’in “The Man in the High Castle” adlı eserinde ve Amazon Studios dizisinde, bir barajla tüm Akdeniz’in kurutulması geçiyordu.
Ayrıca “Star Trek: The Motion Picture” kitabında da projeden bahsedilmişti ancak filmde yer almamıştı.