Mary Shelley’nin ikonik romanı “Frankenstein”, 1818’de yayımlandığında, popüler kültürde sağlam bir yer edindi. Ayrıca o zamanlarda “ölüleri diriltme” fikrinin yakın bir gelecekte olabileceği öngörülüyordu. Elektriğin, yaşamın özü olduğu ve ölüleri geri getirmek için kullanılabileceği düşünülüyordu ve bununla ilgili deneyler yapılıyordu.
Yani tüm bu ölü diriltme fikirleri, Mary Wollstonecraft Shelley’nin hayal dünyasından çıkmamıştı. Aksine, genç yazar, o dönemde yapılan elektrik deneylerinden esinlenmişti.
Mary’ye fikir veren deneyler, uzun yıllardır yapılıyordu. Hatta romandan sonra da başka bilim insanları ondan etkilenip yeni deneyler geliştirmişti. Hazırsanız, Frankenstein’a ilham olan elektrik deneylerine beraber bakalım.
İlk olarak Frankenstein filmindeki elektrik deneyi sahnesini izleyelim:
Elektrik ve yaşam süreçleri arasındaki ilişki, Frankenstein’dan çok önce başlamıştı.
Isaac Newton, 1700’lerin başında elektrik ve hayata geri döndürme hakkında bazı spekülasyonlar ortaya atmıştı. 1730’da ise İngiliz gökbilimci Stephen Gray, elektriksel iletkenlik ilkesini göstermişti.
Gray, yetim bir çocuğu ipek iplerle havada asılı tutmuş ve çocuğun ayaklarının yakınına pozitif yüklü bir tüp yerleştirerek onlarda negatif bir yük oluşturmuştu.
Elektrik izolasyonu nedeniyle bu, çocuğun diğer ekstremitelerinde (bir organın son ya da uç kısmı) pozitif bir yük yaratmıştı ve yakındaki bir yaprağın çocuğun parmaklarına yaklaşmasına neden olmuştu.
Frankenstein Temalı Yerli Netflix Dizisi “Yaratılan”dan Yeni Fragman Geldi
Deneyler sadece bunlarla sınırlı da değildi, çok daha fazlası vardı.
1746’da Fransa’da, Jean Antoine Nollet, 180 kraliyet muhafızından oluşan bir bölüğün Leyden kavanozundan (bir tür elektrik depolama cihazı) gelen yük, vücutlarından geçtiğinde aynı anda zıplamasını sağlayarak sarayı eğlendirmişti.
Alexander von Humboldt ise tamamen hayvan dokusundan yapılmış pillerle deneyler yaparken Johannes Ritter; elektriğin, duyuları nasıl etkilediğini keşfetmek için kendi üzerinde elektrik deneyleri yapmıştı.
17 Ocak 1803’te George Forster adında genç bir adam, Londra’daki Newgate Hapishanesi’nde cinayetten asıldı ve yeni bir deneye zemin hazırlandı.
İdamından sonra cesedi, çoğu zaman olduğu gibi törenle şehrin öbür ucuna, halkın önünde inceleneceği Kraliyet Cerrahlar Koleji’ne götürüldü. Aslında yapılacak şey basit bir incelemeden çok daha öteydi; Forster, elektriklenecekti.
Elektrikle yapılan bu deneyler, 1780 yılında ‘hayvan elektriğini’ keşfeden ve buna galvanizm adını veren Luigi Galvani’nin yeğeni İtalyan doğa filozofu Giovanni Aldini tarafından gerçekleştirilecekti. Hatta Shelley de kitabın 1831 baskısında galvanizme gönderme yapıyor ve bunu Frankenstein deneyinin nasıl mümkün olabileceğinin bir örneği olarak gösteriyor.
Aldini’nin ölülerle yaptığı deneyler büyük ilgi gördü.
Bazları, Aldini’nin “elektriğin, yaşamı yeniden canlandırabileceği” fikriyle alay ederken bazıları ise bu fikri çok ciddiye almıştı. Aldini’ye deneylerinde yardımcı olan öğretim görevlisi Charles Wilkinson, galvanizmin “Madde ve ruh arasındaki ayrım çizgisini ve yaratılışın büyük zincirini oluşturan, maddi madde ile varlığın özü arasındaki ara bağlantıyı sağlayan enerji verici bir ilke.” olduğunu savundu.
Times, deneyle ilgili şunları yazmıştı:
“İşlem, yüze ilk uygulandığında ölü adamın çenesi titremeye başladı, kaslar korkunç bir şekilde büküldü ve bir gözü gerçekten açıldı. Sürecin sonraki bölümünde sağ el kaldırılıp sıkıldı, bacaklar ve uyluklar harekete geçirildi. Bazı izleyicilere göre adam, hayata döndürülmenin eşiğindeymiş gibi görünüyordu.”
İki doktorun tartışması, Mary’ye uzanacaktı.
Mary Shelley
1814’te İngiliz cerrah John Abernethy, bir konferansta hemen hemen aynı türde bir iddiada bulundu. Cerrahın konuşması, cerrah arkadaşı William Lawrence ile şiddetli bir tartışmaya yol açtı.
Abernethy, elektriğin yaşamsal bir güç olduğunu iddia ederken Lawrence, yaşam süreçlerini açıklamak için yaşamsal bir güce başvurmanın gerekli olduğunu reddetmişti.
Mary Shelley, bu tartışmadan haberdardı. Lawrence, onun doktoruydu.
Frankenstein, 1818’de yayımlandığında okuyucular, yaşamın elektrikle yaratılabileceği veya yeniden kurulabileceği fikrine aşinaydı. Kitabın yayımlanmasından sadece birkaç ay sonra İskoç Kimyager Andrew Ure, cinayetten idam edilen Matthew Clydesdale’in cesedi üzerinde kendi elektrik deneylerini gerçekleştirdi.
Ure, ölü adam elektriklendiğinde şöyle yazdı: “Yüzündeki her kas aynı anda korku dolu bir harekete geçti. Öfke, dehşet, umutsuzluk, ıstırap ve korkunç gülümsemeler; katilin yüzündeki iğrenç ifadeyi birleştirdi.”
Ayrıca deneylerin çok korkunç olduğunu, izleyicilerden birçoğunun orayı terk etmek zorunda kaldığını ve bir adamın bayıldığını söyledi. Ure’nin, deneylerini gerçekleştirirken Mary Shelley’nin son romanından ne kadar etkilendiğini düşünmeden edemiyor insan.
Frankenstein’a modern bir gözle bakıldığında fantastik gibi görünebilir ama yazarı ve orijinal okurları için hiçbir fantastik yanı yoktu.
Şu an herkesin yapay zekâyı bildiği gibi, Shelley’nin okuyucuları da elektriksel yaşamın olanaklarını biliyordu. Yapay zekânın bir dizi tartışmayı gündeme getirmesi gibi o zamanlar da elektriksel yaşamın ve Shelley’nin romanının olasılığı da öyleydi.
Frankenstein’ın arkasındaki bilim, bize elektrik ile yaşam arasındaki tartışmaların uzun bir geçmişi olduğunu ve kitapta yer alanların fantastik ögelerden ziyade dönemin deneylerine dayanarak yazıldığını gösteriyor.