Cornelius Vanderbilt, okuma yazma bilmeyen, çabuk sinirlenen ve çoğu kişi tarafından nefret edilen ya da korkulan bir adamdı. Peki ama tarihin en zengin insanlarından biri olmayı nasıl başardı?
Vanderbilt’in hikâyesi, sıfırdan zirveye çıkan bir adamın hikâyesine aslında oldukça benziyor. Ancak onu, diğerlerinden ayıran bir şey var…
“Neymiş ki o?” diyorsanız yavaştan sizi aşağıya alalım.
Hikâyesi, 1800’lerin başlarına uzanıyor.
Henüz 11 yaşındayken okulu bırakan Vanderbilt, babasının New York Limanı’ndaki feribotunda çalışmaya başladı. Babasının feribotu, nehrin karşısına mal taşıyordu.
Mesleği öğrendikten sonra Cornelius, aynı işi kendi başına yapmayı planladı ancak bir tekneye ihtiyacı vardı. Annesi ona 100 dolar borç verdi ve Cornelius 16 yaşındayken ilk teknesini satın aldı.
Cornelius, gemi sahipleriyle rekabet etmek zorundaydı.
Ancak Cornelius’un stratejisi, herkesin fiyatlarını düşürmek ve piyasadaki en ucuz ücretleri sunmaktı.
Hızla güvenilir ve uygun fiyatlı feribot hizmetleri ile tanınmaya başladı. Annesine borcunu ödedikten sonra elde ettiği tüm kârı, işine yeniden yatırdı ve kısa sürede başka gemi, sonra bir başka gemi almasını sağladı.
1820’lerin sonlarına doğru, Cornelius işini bir üst seviyeye taşıdı.
Buharlı gemi teknolojisinin, kullandığı gemilere göre çok daha verimli olduğunu biliyordu, bu nedenle buharlı gemilere yatırım yapmaya başladı.
Yine aynı taktikleri kullanarak başlangıçta her rakibini alt etmek için fiyatları düşürdü ve böylece tüm müşterileri çaldı.
Cornelius için her yolculukta zarar etmesi önemli değildi çünkü rakiplerinden daha fazla parası olduğu sürece, onları hızla iflas ettirebilir ve onlar işten çıktıktan sonra kendi fiyatlarını daha sürdürülebilir seviyelere yükseltebilirdi.
Mantığı basitti: Rakiplerinin müşterilerini alarak onları hızla iflas ettiriyordu.
Bu acımasız taktikler gerçekten de diğer iş sahiplerini iflasa sürükledi ancak birçok durumda Cornelius, rakip iş sahipleri rekabet edemeyeceklerini anladığında bu işletmeleri indirimli fiyatlarla satın aldı.