Birazdan bahsedeceğimiz, filozof Ludwig Wittgenstein’ın ortaya koyduğu enteresan düşünce deneyi; bize, dil ve zihin hakkında belki de üstüne hiç düşünmediğimiz bir şey verecek ve gerçekliği sorgulayacaksınız.
Birine bir şey anlatırken o şeyi karşınızdakine tamamıyla aktarabildiğinizi mi düşünüyorsunuz? Bu, “Kutudaki Böcek” deneyine göre imkânsız. En azından dil ile iletişim kurduğumuz sürece.
Siz de içeriğimizin konusu olan Wittgenstein’ın deneyini okuyunca gerçeğin hiçbir zaman nesnel olamayacağını görüp dilinizin ve zihninizin derinliklerinde bir yolculuğa çıkacaksınız.
“Kutudaki Böcekler” düşünce deneyi nedir tam olarak?
Bir grup insan düşünün. Her birinin elinde bir kutu var. Söylediklerine göre kutuların içinde böcek var. Ancak kimse birbirinin kutusuna bakamaz, yalnızca kendi kutularına bakabilir. Ayrıca herkes kendi kutusuna baktığında “böceğin” ne olduğunu bildiğini iddia ediyor.
Ancak sorun şu ki, her kutu birbirinden farklı bir şey içerebilir, içinde sürekli değişen bir şey olabilir veya kutu aslında hiçbir şey içermeyebilir.
Yine de sorulduğunda herkes, kutunun içindekinin “böcek” olduğundan emindir. Yani “böcek” sözcüğünü ısrarla kullanmaya devam eder. Şöyle de diyebiliriz, “böcek” kelimesi basitçe “bir kişinin kutusunun içindeki şey” anlamına gelir!
Filozof, “özel dil (private language)” kavramıyla bize bir şeyler anlatmak istiyor.
Wittgenstein
Özel dil; sadece onu oluşturanın, yani tek kullanıcının anlayabileceği bir kelime dağarcığına ve yapıya sahip olmasının yanı sıra başkalarına tercüme edilemez. Yani her birimizin benzersiz deneyimlerini, algılarını, duyularını, bireyselleştirilmiş zihnini yansıtır.
Üstelik başkaları, çoğunlukla anlayamadığı için genel dilin tanımına da uymaz çünkü genel dil, “başkalarıyla karşılıklı olarak üzerinde anlaşılan”ı kapsar.
Örneğin kelimeler, eşyalar gibi icat edilmemiştir. İnsanlığın geçtiği aşamalar içinde üstünde ortak uzlaşma sağlanarak doğal bir şekilde ortaya çıkmıştır.
“Bir şey”, onu tanımlamak için kullandığımız ortak dilin terimidir; bilgi aktarır, dünyayı bildiğimiz şekliyle ifade eder. Güven verici seviyede nesnel bir somutluğu vardır da diyebiliriz.
Özel dil ise çok farklıdır.
Özel dil keyfîdir, alışılmışın dışındadır, kesin değildir ve tanımlar kişiye bağlıdır. Örneğin birisi acı, dehşet, heyecan ya da mutluluk hissediyorsa o durumu başkalarına ne seviyede yansıtabilir ve ne kadarı anlaşılır?
Muhtemelen sadece kendi zihinsel durumlarını anlayabilirler. Kişi ne kadar empatik olursa olsun, onun zihnine ulaşamaz. Bir başka deyişle, “kutusuna bakamaz”, metaforik böceğini göremez. Böceğe dair yalnızca varsayımlarda bulunabilir.
Deneyimlerimizi hiçbir zaman aktaramayız.
Deneyde anlatılmak istenen ise tecrübelerimizi ilettiğimiz sözcüklerin başka insanlar tarafından kullanıldığı anlamda kullanılmak zorunda olmamasıdır.
Bununla birlikte kendi deneyimlerimizi aktarmak da imkânsızlaşır çünkü dil, bizden ziyade ötekilerin anlayışına dönüştürücü bir ortaklık barındırır.
Başkalarının tecrübesini ve aktardıklarını anlamamızın da imkânı yoktur çünkü ortak olan tek şey dil ve çağrıştırdığı anlamlardır.
Tecrübe ortak olmadığı için bahsettiği şey, dildeki ortak çağrışımlardan ibarettir. Kısacası tecrübeler, öznel kalmaya mahkûmdur ve anlatılamaz.